Hakkında

Bizi ayakta tutan diğer her şeyde olduğu gibi, kahvenin doğuşu için de ateş başında anlatılan farklı hikâyeler var. Ve yine diğer her şeyde olduğu gibi, tarihin gerçekliği de çoğu zaman insanların içini ısıtan kelimelere inanmasıyla şekillenir. Homeros’un doğduğu bu şehirde yazılacak olan bir kahve hikâyesinin de onu kuranların sıcak kelimeleri üzerinden duyulmasına ihtiyacı var.


İlk paragrafta her şeyin kendi gerçekliği olduğundan bahsettik ama yine de her hikâye diğerinden esintiler taşır ya da aynı yerden başlarlar. İşte tam da bu şekilde, bir kahve hikayesi anlatacak her insanın sözleri Doğu Afrika’da modern insanın da uyandığı yer olan Etiyopya’ya uğramalı. Bu yeşil, verimli ve hayat dolu topraklar insana hayat vermekle yetinmeyip onunla ilgilenmeyi sürdürmüştür, hem de bir keçiyi kullanarak!


Yüzyıllar önce bir keçi çobanı yine her sabah olduğu gibi susmak bilmeyen horozun sesiyle uyanıp, günlük işlerine başlamak üzere kulübesinden gün ışığına çıktı. Neden bugün keçilerini farklı bir yere götürmesindi, değil mi? Kendisinin keçilerini otlattığı yerden biraz daha ileride daha verimli bir yer var demişti yakın arkadaşı. Belki de hayvanların daha besili olması için orayı denemeliydi, ne de olsa keçiler inatçı da olsalar her yere çıkıp inebilirlerdi. Sürüsüyle beraber yola çıkan çoban, yeni bir yeri bulmak için yola koyulduğunda dünyanın gelecek yüzyıllarını şekillendirecek bir keşfi yapacağını aklının ucundan bile geçirmemişti.


En sonunda aradığı yeri bulduğunda, çoban biraz soluklanmak için bir taşa sırtını dayayarak keçilerini izlemeye başladı. Keçiler çobanın daha önce görmediği kırmızı meyveleri olan bir bitkiyi kemirmeye koyulduklarında, çobanın yorgunluktan göz kapakları ağırlaşmıştı. Rüyaları ve gerçek dünya arasındaki ince çizgide gidip gelirken, sürüsünde her zamankinden farklı hareketler gören çoban önce gerçekten rüyada olduğunu düşündü. Taşa tutunup, ayağa kalktı ve keçilerin otladığı kırmızı meyveli bitkinin yanına gitti, biraz da korkarak birkaç meyveyi ağzına attı ve çiğnemeye başladı. Bir süre sonra tıpkı keçiler gibi o da enerjisinin geri geldiğini, uyku ihtiyacını yitirdiğini ve oldukça enerjik hissettiğinin farkına varıp, bu büyülü bitkinin meyvelerini toplamaya başladı.


Çoban, her insanoğlu gibi anlamlandıramadığı şeylere anlam kazandırmak adına topladığı meyveleri kabilesinin yetkili bireyi olan keşişine götürdü. Keşiş oldukça yaşlı biraz huysuz ve yeniliklere kapalı bir insandı, ne yazık ki. Ancak onun da bu hikâyede oynayacağı bir rol vardı elbet. Çobana kızarak meyveleri sinirle kabilenin orta yerinde yanan ateşin üstüne fırlattı ve dünyanın ilk kahve kavurucusu unvanını biraz da hak etmeyerek kazandı. Ateşten yükselen koku o kadar güzeldi ki, önce tüm kabileyi daha sonra Arap Yarımadasını, Kahire’yi, Şam’ı, Bağdat’ı ve İstanbul’u etkisi altına aldı. Keçinin yediği otun macerası burada bitmeyecekti elbette, Osmanlı gemileri ile önce Avrupa’ya oradan, Flemenk ticaret şirketleri üzerinden Japonya’ya gitti. Kahve de gelişiyor ve Amerika modern topluma üçüncü nesil kahveyi kazandırıyordu.


Biz Roast and Found olarak kahve yolculuğumuza sizlerle birlikte bu coğrafyanın en güzel şehri İzmir’de başlıyoruz; modern hayatın içinde kahveyi aramayı, bulmayı, denemeyi ve lezzetinden keyif almanın hazzıyla.